Satranç

Tarih: 20 Ara 2020

Stefan Zweig, Satranç kitabında; “Kralların oyununun gizemli çekiciliğini biliyordum; insanoğlunun düşünüp bulduğu oyunlar arasında, rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca akla yada daha çok tinsel yeteneğin belirli bir biçimine veren tek oyun.” olarak açıklıyor satranç oyununu. Bu güne kadar bir oyunu açıklamanın en sofistifke düzeyi bu olsa gerek. Ardından devam ediyor; Satranca oyun demekle, haksız bir kısıtla yapmış olmuyor mu insan? Satranç aynı zamanda bir bilim, bir sanat değil mi? Bu iki kategori arasında gidip gelmiyor mu, bütün karşıt çiftlerin bir kerelik bileşimi değil mi? Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem de düş gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşimi sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez; bütün halkalara ve bütün zamanlara ait olan tek oyun; can sıkıntısını öldürmesi, zihni açması, ruhu canlandırması için hangi tanrının onu yeryüzüne gönderdiğini kimse bilmez.

Tam da yukarıdaki gibi açıklıyor Stefan Zweig, Satranç oyununu kendi kitabında. Bir oyunu bu derece açıklayan başka bir tanım daha olamaz. Üzerine çok konuşulsa bile Satraç’ın anafikrini kimse bu denli açıklayamaz. Satranç oyununun konusu, toplumdaki yeri, bilimle olan ilişkisi, halkın hangi tabakasında yer edindiği yukarıdaki paragrafta öylesine yer edinmiş ki kitapta, bunu kimse kolay kolay söküp atamaz. Peki nedir Stefan Zweig’ın Satranç kitabını bu denli muhteşem yapan, nedir Satranç Kitabının Konusu?

Stefan Zweig Satranç Konusu

Yukarıdaki girişe göre böylesine bir eserin konusu elbette, oldukça üst düzey olması gerekir. Satranç oyununa bu denli sözler sarfeden yazarın, yazdığı eserdeki başarısı yadsınamaz. Satranç oyunu için böylesine düşüncelere sahip olan yazar, eserindeki anlatımı için büyük dünyalar yaratıp, sizi o dünyaya dahil ediyor. Tıpkı diğer tüm Stefan Zweig eserlerindeki gibi, Satranç sizi alıp, kendi dünyasında yolculuğa çıkarıyor.

Bir tarafta küçüklüğünde çelimsiz, özgüven eksikliği yaşayan, bir papazın yanında hayatına devam eden, sorulmadığı sürece hiçbir şey konuşmayan, sadece verilen görevleri yerine getiren Mirko Czentovic, diğer tarafta mesleği muhasebeci olan; nazi Almanya’sında gözaltına alınıp bir otel odasına yerleştirilen, odasında hiçbir şeyle ilgilenmemesi için, hiçbir şey bulundurulmayan ve bu gözaltı süresince yaşadığı sıkkınlık, psikolojik baskıya karşılık bir çıkış yolu arayan Dr. B.

Kitap; her ne kadar Arjantin’e gitmek üzere olan bir gemide dünyaca ünlü Satranç Ustası Mirko’nun, yolcular tarafından tanınmasıyla başlasa da asıl hikaye; Dr.B’nin Mirko ile oynanan Satranç oyununa müdahalesiyle başlıyor.

Dr.B; Gestapo tarafından gözaltına alınır ve o dönemde Hitler Almanya’sında sadece belirli kişilerin gözaltında tutulduğu metropol oteline yerleştirildi. Otel odasına yerleştirilmesiyle kurnaz bir oyunun parçası olduğunu anlayan Dr.B; “Bana ayrılmış oda ilk bakışta hiç rahatsız etmedi beni. Bir kapı, bir yatak, bir koltuk, bir leğen, bir parmaklıklı pencere vardı odada. Ama kapı gece-gündüz kilitliydi, masada hiçbir kitap, gazete, kağıt, kalem durmasına izin yoktu, pencere bir yangın duvarına bakıyordu; bütün çevreme ve hatta kendime hiçlik egemendi. Elimden her nesneyi almışlardı, zamanı bilmeyeyim diye saati, yazı yazamayayım diye kalemi, bileklerimi kesemeyeyim diye bıçağı, sigara gibi en ufak bir sakinleştirici bile benden esirgendi” diye açıklıyor. Tek bir söz söylemesine ve tek bir soruyu yanıtlamasına izin verilmeyen gardiyandan başka bir insan yüzü görmedim, bir insan sesi duymadım; göz kulak, bütün duyular sabahtan geceye, geceden sabaha kadar en ufak bir besin almıyordu. İnsan kendi kendisiyle, kendi bedeniyle ve masa, yatak, pencere, leğen gibi dört-beş dilsiz nesneyle çaresizlik içinde tek başına kalıyordu; suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiçbir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta, diye sözlerine ekliyor.

Dr. B’nin otel odasında geçen günleri gestaponun kendisini sorgulamasıyla devam etti. Bu sorgulamalar sonunda tekrar hiçliğiyle baş başa kaldığı odasına geri dönüyordu. “Tekrar bir sorgulama esnasında dışarıda ve ayakta bekletilirken, karşısında duran askeri paltolardan brinin yan cebinin biraz şişmiş olduğunu ayrımsadım. Yaklaştım ve kabarıklığın dikdörtgen biçiminden, bu biraz şişmiş cebin içinde ne olduğunu anladım: Bir Kitap!”

Stefan Zweig Satranç Yorumu

Müthiş bir hikayeye yolculuk tam da bu noktada başlıyor. Dr.B’nin bulmuş olduğu kitapta! Yukarıda anafikri olarak kısa özeti sunulan ve konusuna değinilen Stefan Zweig’in Satranç eseri, baştan sona sizleri muhteşem bir yolculuğa çıkarıyor. Kusursuz bir eser! Yazdığı hikayelerde okuyucusunu bir an olsun; sıkılmadan, hikayenin dışına çıkardan elinde tutmayı başaran yazar bu eserinde de sizi soluksuz bırakacaktır. Dr.B’nin yaşadığı psikolojiyi, hiçbir şey olmayan bir odada, bir bir kitabın nasıl bir anda her şeyi değiştirdiğini göreceksiniz. Yaşanılacak tek yerin, kişinin zihni olduğunda sonuçların nasıl kalıcı davranış modellerine dönüştüğüne tanıklık edeceksiniz. Yıllar geçse de bazı dönemlere ait izler ile karşılaşmanın kişide yarattığı etkileri gözlemleyeceksiniz.

Şimdiden keyifli okumalar dileriz.


1 Yorum

Yorum Yap